Cumhuriyetin ilk yıllarındaki hızlı ağaçlandırma hamleleri ve büyük baraj inşaatları, o dönemin koşulları için birer zaferdi. Ancak iklim krizi, gıda enflasyonu ve artan şehir nüfusu, bize bu mirası yeniden sorgulama zorunluluğu getiriyor. Zira, bugünün en büyük riskleri olan yangınlar ve su kıtlığı, bu eski paradigmaların doğrudan sonuçlarıdır.
Ülkemizin iki hayati damarı olan orman ve su politikalarında, pasif koruma ve tüketim odaklı yaklaşımdan, aktif, döngüsel ve üretken bir yönetim modeline geçiş yapmak zorundayız.
Ormanlar Alev Kapanı Değil, Bereket ve Biyolojik Güvenlik Kaynağı
Orman yangınlarının ardından her yaz duyduğumuz acı çığlıklar, sadece ağaçların değil, bir politikanın da yandığının habercisidir. Türkiye orman varlığının yaklaşık yüzde 60'ını oluşturan iğne yapraklı (ibreli) türler, özellikle kızılçam ve karaçam ağırlıklı ağaçlandırmalar, hızlı büyümeleri nedeniyle tercih edildi. Oysa bu türlerin yüksek reçine içeriği, kozalakları ve toprak yüzeyinde biriktirdiği kuru iğneler, yangınların hızını ve şiddetini inanılmaz derecede artırıyor. Bu, adeta kendi ellerimizle yarattığımız *"Alev Kapanı"*dır.
Paradigma Değişimi: Yangına Direnç ve Gıda Güvenliği
Acilen yeni bir ormancılık vizyonuna geçilmelidir:
1. Biyolojik Yangın Kalkanları: Yangın riski yüksek bölgelerde, biyolojik çeşitliliğe dayalı, yangına daha dirençli türlerden oluşan tampon bölgeler oluşturulmalıdır. Meşe, Kayın, Porsuk, Çınar gibi geniş yapraklı türler, genellikle daha az yanıcıdır ve yangının ilerleyişini yavaşlatarak ekiplere kritik zaman kazandırır. Akdeniz havzasında Meşe ormanlarının, Çam ormanlarına göre yangından çok daha az etkilendiği, bilimsel verilerle sabittir.
2. Ürün Veren Ormancılık : Ormanlarımızı sadece odun ve oksijen deposu olarak değil, ulusal gıda güvencesinin bir parçası olarak görmeliyiz. "Yemişli Ormancılık" prensibiyle, Kestane, Fıstıkçamı, Ceviz, hatta diğer meyve ağaçları gibi ekonomik değeri yüksek ve ürün veren ağaçların ormanlık alanlara entegrasyonu, birden fazla fayda sağlar:
* Gıda Enflasyonu ile Mücadele: Bu türlerin ürünleri, özellikle gıda enflasyonu dönemlerinde halkın protein ve yağ ihtiyacına ucuz ve yerel bir destek sağlar.
* Sosyo-Ekonomik Koruma: Kırsalda yaşayan vatandaşlar için orman ürünleri (mantar, bal, fıstık vb.) yeni gelir kapıları açar. Kendi ormanından gelir sağlayan köylü, o ormanın en iyi koruyucusu ve bekçisi olur. Yangınla mücadele, devletin sırtına yük olmaktan çıkıp, yerel halkın ortak sorumluluğuna dönüşür.
Bu strateji, Avustralya ve İspanya’da başarılı vaka örneklerine sahiptir; tarım ve ormancılığın birleşimiyle hem yangın riski azalmakta hem de kırsal refah artmaktadır.
II. Şehirler: Suyu Kovalayan Değil, Suyu Ağırlayan Akıllı Sistemler
Şehirlerimizdeki su yönetimi ise çağ dışı bir anlayışla yürütülmektedir: suyu arıt, kilometrelerce taşı, kullan, kirlet ve kanalizasyonla denize dök. İçilebilir kalitede arıtılmış suyun tuvalet sifonunda kullanılması, ülkenin su kaynaklarına ihanet niteliğindedir. Gelecek, "Sıfır Deşarj" ve "Döngüsel Su Yönetimi" üzerinedir.
Paradigma Değişimi: Yakala, Geri Kazan, Toprağa İade Et
Şehirlerin su stresini azaltacak ve sel riskini ortadan kaldıracak üç aşamalı bir plan uygulanmalıdır:
1. Hanelerde Mikro Geri Dönüşüm (Gri Su ve Yağmur Suyu Hasadı):
* Gri Su: Almanya ve ABD’deki bazı örneklerde görüldüğü gibi, duş ve lavabolardan gelen nispeten temiz suyun basit filtrelerle arıtılarak yeniden tuvalet sifonlarına ve bahçe sulamasına verilmesi, hane su tüketimini yüzde 30'a kadar azaltabilmektedir. Bu, musluktan akan her üç damladan birini kurtarmak demektir.
* Yağmur Suyu Hasadı: Binaların çatılarına düşen suyun depolanması ve ev içi temizlik işlerinde kullanılması, şebeke suyunun yaz aylarındaki zirve talebini kırar. Singapur gibi su fakiri ülkeler bu politikayı ulusal bir varlık haline getirmiştir.
2. Şehir Yüzeylerinde Suyu Toprağa İade:
* Geçirgen Yüzeyler: Şehir asfaltlarının büyük bir kısmı, yağmur suyunun hızla akmasına ve sele neden olmasına yol açar. Geçirgen asfalt ve kaldırım taşları kullanılarak, suyun yavaşça toprağa sızması sağlanmalıdır. Bu uygulama, Çin’in Sünger Şehir projesinde olduğu gibi, hem sel oluşumunu önler hem de en kritik kaynak olan tükenen yeraltı sularımızı yeniden besler. Yeraltı suyunun geri kazanımı, ülkenin en büyük ve en ucuz su barajını yeniden inşa etmek demektir.
3. Bölgesel Toplama ve Çift Kullanım:
* Şiddetli yağışlarda kanalizasyon veya yüzeysel akışla denize giden su, şehrin belli noktalarına kurulacak ufak, yerel depolama havzalarında toplanmalıdır. Bu su, kabaca biyolojik arıtmadan geçirilerek , temizlik araçlarında, park ve yeşil alan sulamasında kullanılabilir. Hatta ihtiyaca göre barajlara geri pompalanarak dolaylı besleme sağlanabilir. Bu döngüsel sistem, barajlardaki buharlaşma kayıplarını bile telafi edebilecek stratejik bir adımdır.
Kapanış: Geleceğin En Değerli Varlığı
Ormanlarımızdaki yangın riskini azaltıp, şehirlerimizdeki su israfını sonlandırdığımızda, sadece çevreyi değil, ekonomiyi de kurtarırız. Bu politikalar, sanılanın aksine pahalı değil, uzun vadede en kârlı yatırımdır.
Ben bu işin uzmanı değilim, ne bir ormancıyım ne de bir hidrolog. Sadece etrafına dikkatle bakan, geleceği okumaya çalışan bir vatandaşım. Ancak bir süredir su konusunu gündemde tutmaya gayret ediyorum ve etmeye de devam edeceğim. Zira, gelecekteki en büyük ekonomi, en değerli varlık, SU olacak. Bunu bir yere not edin.
Sağlıcakla.