Sulhun Tek Teminatı: Çok Boyutlu Hazırlık ve Milli Uyanış

"Barış isteyen, savaşa hazır olmalı" (Latince: Si vis pacem, para bellum) vecizesi, tarihin gelip geçici bir sözü değil, hakikatin ta kendisidir.

Abone Ol

Yeryüzü, sadece niyetlerin safiyetiyle değil, güç dengesinin acımasız ve daimi mücadelesiyle dönmektedir.
Barış, gökten inen bir lütuf değil; o, sürekli, uyanık, çetin ve çok boyutlu bir hazırlığın neticesinde masaya konulabilen en kıymetli nimettir. Hazırlık, bir savaşa davet değil; savaşın bize ulaşmasını engellemenin yegâne yoludur.
Silahı elinde tutan, onu kullanmak zorunda kalmaz. Zira hazırlık, savaşın değil, barışın dilini en yüksek sesle konuşmaktır.

​Hazırlığın Dört Temel Direği ve Stratejik Detaylar:

​Bir milletin barışı, sadece sınırları koruyan neferlerin göğsüne emanet edilemez. O barış, devletin ve toplumun her hücresinde yeşermeli ve sağlamlaşmalıdır. Bu çetin yolda atılması gereken adımlar, modern çağın meydan okumalarına uygun olarak tahkim edilmelidir.

​1. Ekonomik Güç ve Bağımsızlık: Hürriyetin Finansmanı

​Barışın kalesi, güçlü bir ekonomidir. Kendi kendine yetebilen, kritik üretim alanlarında –enerjide, gıdada, teknolojide ve hammaddede– dışa bağımlılığı olmayan bir yapı, en büyük siyasi kozdur. Ekonomik zaaflar, masada elini zayıflatır, tehditlere karşı boyun eğmeye zorlar. Hazine dolu ise, sözün ağırlığı vardır.

​Artık savaşlar sadece cephede kazanılmıyor; en yıkıcı muharebeler finans ve teknoloji alanında veriliyor. Kendi para biriminin istikrarını koruyabilmek, küresel tedarik zincirlerinde kilit rol oynayabilmek ve kritik teknolojilerin fikri mülkiyetine sahip olmak, bugünün envanterindeki en önemli silahlardır. Sadece tüketmek değil, stratejik üretim yapmak ve yerel sermayeyi dış müdahalelerden koruyacak derinlikli mali enstrümanlar geliştirmek şarttır. Zira bir ülkenin ekonomik bağımsızlığı, siyasi bağımsızlığının sigortasıdır.

​2. Askeri Caydırıcılık ve Teknolojik Üstünlük: Savunma Kalkanı

​Hazırlık, caydırıcılıkla başlar. Bir milleti düşmanın gözünde cazip hedef olmaktan çıkaran yegane unsur, ona verebileceği ağır hasar ihtimalidir. Modern ve dinamik bir ordu, çağın en gelişmiş silah ve savunma teknolojilerine, özellikle insansız sistemler (İHA/SİHA), elektronik harp sistemleri ve siber savunma yeteneklerine sahip olmalıdır.

​Kendi savunma sanayini kuramayan milletler, kritik zamanlarda yedek parçaya, mühimmata veya teknoloji transferine bağımlı kalır ve başkalarının merhametine mahkûm olur. Bu bağımlılık, en hayati anda diz çökmek demektir. Milli teknoloji hamlesi, bir lüks değil, bir zorunluluktur. Kara, hava, deniz ve siber savunmada mutlak yerlilik ve özerklik hedeflenmeli; komuta-kontrol mekanizmalarında hiçbir dış etkene izin verilmemelidir. Bu, bir "saldırı" değil, bir "korunma" iradesinin maddi kanıtıdır.

​3. Siyasi Hazırlık ve Diplomasi Yeteneği: Devlet Aklı

​Uluslararası ilişkilerde "dost" ve "düşman" mefhumları statik değildir; devletler arası çıkarların akışkanlığına göre sürekli değişir. Barışın tesisi için, duygusal reaksiyonlardan uzak, devlet aklıyla hareket eden, uluslararası hukuku ve diplomasi dilini ustalıkla kullanan bir siyasi yapı gerekir.

​Siyasi hazırlık; içeride istikrar, dışarıda ise öngörülebilir, güçlü ve ilkeli bir duruş demektir. Türkiye'nin, kendi ekseninde ve çıkarları doğrultusunda çok boyutlu diplomasi yürütme yeteneği, masada güçlü bir el tutmasını sağlar. Bu, yalnız kalmamayı, krizleri ustaca yönetmeyi ve hasımların manevra alanını daraltmayı gerektirir. Siyasi liderlik, uluslararası platformlarda yalnızca haklı olmayı değil, aynı zamanda haklılığını kabul ettirecek gücü arkasında hissetmelidir.

​4. Toplumsal Şuur ve İrade Birliği: Milletin Ruhu

​Bütün bu fiziki ve siyasi hazırlıkların temeli, milletin ruhunda yatar. Toplumun, ortak bir amaç etrafında birleşebilme, zorluklara karşı kenetlenebilme ve en önemlisi fedakârlık yapabilme iradesi olmalıdır.

​Toplumsal uyanıklık, dışarıdan gelen algı operasyonlarına ve içeriden gelen kutuplaştırıcı söylemlere karşı bir zırh oluşturur. Dağınık, ayrıştırılmış ve kutuplaşmış bir toplum, dış müdahalelere en açık, en kırılgan hedeftir. Bir milleti millet yapan değerler etrafında kenetlenmek, milli eğitimden medyaya kadar her alanda milli şuuru yüksek tutmak, en büyük manevi cephe savunmasıdır. Barışın bedeli, sadece ekonomik ya da askeri değil, aynı zamanda milli onur ve şuurun yüksek tutulmasıdır.

​Acı Ders ve Sonraki Hedef :

​Coğrafyamızın değişmeyen bu acı gerçeği, özellikle bölgemizde yaşanan son gelişmelerle birlikte yakıcı bir hal almıştır. Verilen sözlerin mürekkebi kurumadan çiğnendiği, uluslararası anlaşmaların yalnızca birer kağıt parçası sayıldığı bir yapıya dikkat kesilmek zorundayız. Tarih, komşumuzdaki benzer ihlallerle doludur. Vaatlerin anlık, ihlallerin ise kalıcı olduğu bu düzende, hiçbir ateşkesin ve hiçbir 'barış' çağrısının mutlak bir güvence sağlamadığı aşikârdır.

​Bugün Gazze’de yaşananlar, uluslararası hukuku hiçe sayan ve bölgede kendine alan açmayı hedefleyen gücün, yarın nerede duracağının birer ön izlemesidir. Coğrafyamızdaki istikrarsızlık ve gücün merhametsizce kullanımı, hedef tahtasındaki bir sonraki adresin, jeopolitik konumu, milli şuuru ve bağımsız duruşu sebebiyle Türkiye Cumhuriyeti olduğunu apaçık ortaya koymaktadır. Ülkemiz, hesapları bozan bir kale olarak görülmektedir.

​Bu cihetle, 'savaş istemiyoruz' demenin tek geçerli yolu, olası bir savaşa her cephede hazır olmaktır.

​Son Bir Söz:

​Barış, uykuda ve gaflette kazanılmaz. O, sürekli bir uyanıklık, daimi bir teyakkuz ve topyekûn bir millet iradesi gerektirir. Eğer sulhu kalıcı kılmak istiyorsak, dört cephede de tam bir hazırlık içinde olmalıyız: Ekonomik bağımsızlık, askeri üstünlük, siyasi istikrar ve toplumsal birlik. Unutmayalım ki, güçlü olanın sözü dinlenir; hazırlıklı olanın masası kurulur. Hakkaniyet isteyen, önce kudretini ispat etmelidir.

​Selametle.