Türkçenin Çığlığı: Köklerinden Kopan Bir Dil

Öncelikle böyle mühim bir mevzuda, bu kadar sığ bir yazı yazdığım için affınıza sığınıyorum. Fakat konu görmezden gelindikçe hassasiyeti artıyor, yarası büyüyor ve diğer nesillere sirayet ediyor. Dil meselesi ivedilikle ele alınması gereken bir varlık-yokluk meselesidir.

Abone Ol

Dil, yalnızca bir iletişim aracı değildir. Dil, bir milletin hafızasıdır, kimliğidir, geçmişten geleceğe uzanan görünmez köprüsüdür. Kelimeler, binlerce yıllık birikimin taşıyıcısıdır; düşünce, sözlerle şekillenir; kültür, sözcüklerle anlam kazanır. Dilini kaybeden bir millet aslında hafızasını kaybeder; hafızasız kalan bir millet de kimliğini yitirir.

Bugün Türkiye’de üzerinde en az konuşulan, fakat en derin yaralardan biri dil meselesidir. 105 yıllık genç bir Cumhuriyet olduğumuz söylense de biz, binler yıllık bir medeniyetin varisleriyiz. O medeniyetin en büyük mirası ise Türkçemizdir. Ne var ki Türkçe, son yüzyılda bir kimlik bunalımının tam ortasına itilmiştir.

Eskiden yazılmış belgeler, mektuplar, edebî eserler, hatta 1960’ların senaryoları bile bugünün gençliği için neredeyse anlaşılmaz hâle gelmiştir. Oysa İngilizler Shakespeare’i, Fransızlar Victor Hugo’yu, Araplar yüzlerce yıl önce yazılmış klasiklerini hâlâ okuyabilmektedir. Bizde ise köprüler hızla yıkılmış, kelimeler birer birer unutulmuştur.


---

Dilin Kopuş Serüveni

Bir zamanlar gündelik hayatta kullanılan “arzu”, “gaye”, “mazi”, “muhabbet”, “tefekkür” gibi kelimeler bugün birçok gence yabancı gelmektedir. Dildeki bu hızlı değişim, sadece kelime dağarcığımızı değil, düşünce ufkumuzu da daraltmıştır. Çünkü her kelime yalnızca bir karşılık değil; aynı zamanda bir duygunun, bir bakış açısının, bir tefekkür biçiminin taşıyıcısıdır.

Cumhuriyet’in ilk yıllarında Arapça ve Farsça kökenli birçok kelime hızla tasfiye edildi. Gerekçe, dili sadeleştirmekti. Milletin dilini anlaşılır kılma gayreti elbette kıymetlidir; fakat köklü bir geçmişi bir anda terk etmek, dille beraber düşünceyi de fakirleştirmiştir. Bugün eski bir belgenin anlaşılması için sayfalarca dipnota ihtiyaç duymamız, bu kopuşun en acı göstergesidir.


---

Plaza Türkçesi, Kısaltmalar ve Yozlaşmanın Yeni Yüzü

Dilimizin yozlaşması yalnızca geçmişle bağımızın kopmasıyla sınırlı değildir. Günümüzde genç kuşakların kullandığı kısaltmalar, sosyal medya jargonları ve plaza dili, Türkçeyi daha da daraltmakta, yüzeyselleştirmektedir.

Artık mesajlarda “nbr”, “slm”, “tmm” gibi kısaltmalar standart hâle gelmiştir. Birçok genç, bu tarz bir kullanımın çağdaşlık, modernlik ya da aydınlık göstergesi olduğuna inanmaktadır. Oysa bu, aslında kelimeyi köksüz ve ruhsuz hâle getiren bir yoksullaşmadır.

En çarpıcı örneklerinden birini kendi evimde duydum: “güno”. Kendi kızım, “günaydın” yerine bunu kullandı. Bu tek kelime, aslında bin yıllık bir selamlaşma kültürünün nasıl daraltıldığını, inceliksizleştirildiğini ve sıradanlaştırıldığını gözler önüne sermektedir.

Plaza koridorlarında ise “meeting set edelim”, “deadline’ı kaçırdık”, “feedback verelim” gibi yarı Türkçe yarı İngilizce cümleler günlük hayatın parçası olmuştur. Bu yapay dil, kültürlü bir imaj kazandırmak şöyle dursun, kişiyi köksüz ve yüzeysel göstermektedir. Çünkü hakikî kültür, derinlikten ve geçmişin birikiminden beslenir.

Kelime hazinesi daralan bir nesil, aynı zamanda düşünce ufku da daralmış bir nesil olacaktır.


---

Örnek Metnin Dönemlere Göre Serüveni

Türkçedeki değişimi gözler önüne sermek için küçük bir metni üç farklı dönemin diliyle yazalım.

1920’ler Türkçesi (en ağır)
“… Mazîden bîhaber kalan bir ferd, şuurunu ve istikametini kaybeder. Mazîsinden kopmuş bir millet, irfân ve hikmetten mahrûm kalır, netîcede inkıraz ve sefâlet girdabında helâk olur…”

1960’lar Türkçesi (daha sade ama yine ağır)
“… Geçmişini bilmeyen insan, bugünün manasını kavrayamaz; geleceğin de hakikatini göremez. Köklerinden uzak kalan cemiyetler, yabancılaşmanın ve manevî fakirliğin esiri olurlar…”

Günümüz Türkçesi (en sade)
“… Dününü unutan, bugününü anlayamaz; geleceğini de güvenle kuramaz. Köklerinden kopan toplumlar, zamanla kimliğini kaybeder…”

Bu üç örnek, yalnızca kelimelerin değil, cümlelerin ruhunun da değiştiğini göstermektedir.


---

Onlar Korumayı Başardı

İngilizler hâlâ Shakespeare’i, Fransızlar Victor Hugo’yu, Araplar ise yüzlerce yıl önce yazılmış metinleri okuyabiliyor. Bizde ise Yahya Kemal’in bir şiirini yahut Namık Kemal’in bir yazısını okumak için sözlüklere başvurmak gerekir. Bu, dilin sürekliliğini koruyamamanın en çarpıcı göstergesidir.

Dil, sadece bir iletişim vasıtası değil; aynı zamanda millî kimliğin ve ortak hafızanın en güçlü taşıyıcısıdır. Onu yitirmek, geçmişle bağımızı koparmaktır.


---

1. Doktrin: Yapılması Gerekenler

1. Siyasetçilere Düşen Görev

Türkçeyi yalnızca kültürel bir unsur değil, millî güvenliğin temel unsuru olarak görmek.

Yabancı dilde tabela kullanımını sınırlamak, Türkçe karşılıkları teşvik etmek.

Resmî belgelerde ve kamu kurumlarında doğru, anlaşılır Türkçeyi zorunlu kılmak.

Türk Dil Kurumu’nu bağımsız ve etkin hâle getirmek.


2. Eğitimcilere Düşen Görev

Ders kitaplarında hem sade Türkçe, hem de unutulmuş kelimelerden örnekler sunarak köprü kurmak.

Osmanlı Türkçesi derslerini seçmeli değil, kültürel bir gereklilik olarak okutmak.

Çocuklara kelime sevgisi aşılamak; yalnızca dil bilgisi değil, sözün edebî gücünü öğretmek.


3. Sanatçılara Düşen Görev

Romanlarda, şiirlerde ve tiyatro eserlerinde Türkçenin zenginliğini sergilemek.

Popüler kültürün dilini kısırlaştırmak yerine, Türkçeyi cazip kılacak eserler ortaya koymak.

Televizyon ve sinemada özensiz dil kullanımına engel olmak.


4. Basın ve Televizyona Düşen Görev

Haber dilinde doğru ve sade Türkçe kullanmak.

Yabancı kelime kullanımını özendirmek yerine, Türkçe karşılıklarını yaygınlaştırmak.

Kültür programlarında dil bilincini işlemek, gençleri kelime dağarcığını genişletmeye teşvik etmek.


5. Ailelere Düşen Görev

Çocuklarla konuşurken kısaltmalar yerine tam kelimeler kullanmak.

Evde kitap okuma kültürünü yaygınlaştırmak, klasik eserlerle kelime dağarcığını beslemek.

Dilin korunmasını yalnızca bir eğitim değil, bir yaşam tarzı olarak görmek.

---

Son Bir Söz

Dilini kaybeden, hafızasını kaybeder. Hafızasız bir millet, varlığını anlamlandıramaz, geleceğini inşa edemez. Türkçe sadece bir iletişim aracı değil; kimliğimizin özü, medeniyetimizin aynasıdır. Ona sahip çıkmak, aslında kendimize sahip çıkmaktır.

> “Dilini kaybeden milletler, tarihten silinmeye mahkûmdur.”

Biz 105 yıllık bir Cumhuriyet değil, binler yıllık bir medeniyetin varisleriyiz. Ve o medeniyeti yaşatacak olan, özümüzü saklayan Türkçemizdir.


---

📌 Unutulmuş Kelimeler ve Karşılıkları:

mazî → geçmiş

tecrübât → deneyimler

idrâk → anlama

menzil → durak, varış yeri

metânet → sağlamlık

itmi’nân → huzur, iç rahatlığı

seyr ü sefer → yolculuk

şuur → bilinç

istikamet → doğru yol

irfân → bilgelik

mahrûm → yoksun

inkıraz → çöküş

sefâlet → yoksulluk

tenvîr → aydınlatma

vusûl → ulaşma

gaye → amaç

hakikat → gerçek

cemiyet → toplum


Bu kelimeler bir dönemin hayat damarlarıydı. Onları anlamak, geçmişle bağ kurmaktır. Onları korumak ise geleceğe bırakacağımız en kıymetli mirastır.