Ben, hayatının önemli bir kısmını rakamlar arasında geçirmiş biriyim. Bilgisayarın soğuk, mantıklı dilini çok iyi bilirim; algoritmaların, eğer doğru yazılırsa, asla şaşmadığını. Öte yandan, ömrümün bir döneminde insan ilişkilerinin, siyasetin ve toplumun o karmaşık, çoğu zaman tutarsız duygusal alanında da bulundum.
Şimdi gördüğüm şey ne bir matematik hatası ne de sadece kötü bir yönetim biçimi. Gördüğüm şey, modern hayatın ruhumuzda açtığı büyük bir yarık: Empati Çatlağı.
Toptancının Aynasındaki Acı
Geçenlerde tecrübeli bir toptancı dostumla konuşuyordum. Yüzünde sadece yorgunluk değil, derin bir bıkkınlık vardı. Konuyu direkt oraya getirdi: “Yakın zaman önce süt ürünlerine %15, bu hafta et ürünlerine yine aynı oranlarda zam geldi. Sene başında daha büyük bir süt zammı bekleniyor.”
Sesindeki çaresizlik o kadar güçlüydü ki, sözleri sadece bir ekonomik bilgi değil, adeta bir toplumsal feryattı.
Dedi ki: “Süt ucuz kaldı diyorlar. Oysa dünyada belki de sütü en pahalı tüketen ülkeyiz. Yem pahalı beyim, üretici ekmiyor, hayvanlarını hazır yemle besliyor.”
Sadece bir litre sütün fiyatı üzerinden tüm sistemin ruhunun nasıl çürüdüğünü anlattı aslında.
Türkiye’de market raflarında bir litre sütün fiyatı ortalama 1,35 USD ila 1,80 USD arasında bir banda oturmuşken, Almanya’da tüketici aynı litre sütü yaklaşık 1,00 USD - 1,20 USD karşılığında alabilmektedir. ABD’de fiyatlar yaklaşık 1,19 USD seviyelerindedir. Komşumuz Bulgaristan’da dahi fiyatlar Türkiye’den daha uygun seviyelerde, ortalama 1,00 USD - 1,20 USD civarındadır. Hatta Rusya ve Çin gibi büyük pazarlarda bile ortalama fiyatlar 1,20 USD’nin altında seyretmektedir.
Bu basit karşılaştırma dahi toptancının feryadını kanıtlıyor: Biz, sütü en pahalı tüketenler arasındayız. Üstelik bu pahalılık, geçmişte fiyatlar düşmesin diye KDV indirimlerinin dahi cebe indirildiği bir düzenin eseridir. Hükümet fedakârlık yapar, ancak “oturmuş fiyatın zırhı” kırılmaz. Kâr, tüketiciye değil, fırsatçının kasasına akar.
Vicdan Muhasebesinden Azat Edilmiş Matematik
Bu haksız kazanç sarmalı, analitik zekâyı bile hiçe sayan bir fırsatçılıkla ilerliyor. En acısı, yaklaşan asgari ücret artışının dahi şimdiden zam gerekçesi yapılmasıdır.
Diyelim ki bir ürünün toplam maliyeti 100 TL. Bu maliyetin dağılımı şöyledir: Hammadde 40 TL, işletme giderleri 50 TL, işçilik gideri 10 TL. Asgari ücrete %30 zam gelse dahi maliyetiniz içindeki işçilik payı 10 TL’den 13 TL’ye çıkar. Yani toplam maliyetiniz sadece 103 TL olur. Hammaddeye gelecek aynı oranda zamla fiyat 104 olur, en fazla 105 olur.
Fakat yapılacak olan şudur: Maliyet artışı sadece 3-4 TL iken zammı sanki 30 TL artmış gibi tüm 100 TL’lik ürüne uygulamak ve kâr marjını katlayarak artırmak. Bu, işçinin hakkı olan zammı dahi tüketicinin sırtından fazlasıyla çıkarmaktır.
O yüksek zam oranını belirleyen, kâr hanesine astronomik rakamlar ekleyen kişi, elindeki kalemi kaldırıp bir an duraksamıyor mu? O kalemin ucunun, sadece bir fiyat etiketi değil, aynı zamanda bir ailenin sofrasına, bir çocuğun beslenmesine isabet eden bir mermi olduğunu görmüyor mu?
İşte bu noktada o kısa vadeli, açgözlü kazanç hırsı; geleceğe sıkılmış bir kurşundur.
Kazancın Ahlaki Sınırı
Eğer bu kadar büyük bir vicdan çatlağı oluşuyorsa, serbest piyasa ekonomisinin ruhunu incitmeden bu açgözlülüğü vergiyle dengelemeliyiz.
-
Kira Gelirinde Adalet: Rayiç bedelin ne kadar üzerinde bir kira belirleniyorsa farkın oranı kadar vergi oranı artsın. Mal sahibi isterse 20 TL’lik yeri 100 TL’ye kiraya versin; bu onun serbestisi. Ancak bu uçurum, vergi oranını %80’lere, %90’lara çıkarmalıdır. O zaman, bir dönerci günde yüz porsiyon döneri sırf kirayı çıkarmak için satmak zorunda kalmaz.
-
Üretimde Fırsatçılığın Maliyeti: İşletmeler makul (örneğin %20-%30 gibi) kâr marjları ile satış fiyatı belirlediğinde normal vergi oranlarına tabi olsun. Yüksek kâr marjı belirlemek serbest olsun, ancak bu durumda vergi oranı yine aynı şekilde %80-%90’lara çıksın. Zira günümüzde neyi kaça ürettiğini, kaça sattığını tespit etmek teknolojik olarak son derece kolaydır.
Bu sert düzenleme, kısa vadeli kazanç hırsının toplumsal dengeyi sağlayan bir mekanizma olmasını sağlar.
Vicdanı Kaybetmek
Tüm bu öneriler ne kadar utanç verici!
Bizler o utanç verici noktadayız ki, toplumsal olarak vicdanı, empatiyi ve hoşgörüyü kaybetmiş olduğumuz için, bu çarpık düzeni durdurmak adına devlete “Gel, bizi vergiyle terbiye et” demek zorunda kalıyoruz.
Bu öneriler, bir zamanlar “açım” diyeni elindeki imkânlarla doyuran, darda kalana yardım eden, vicdanı yüksek bir toplumun geldiği hazin noktadır. İnsanların göz göre göre haksız kazanç peşinde koşmasının önüne geçmek için ahlaki normlar yetmiyor da ekonomi biliminin en sert kurallarını devreye sokmak gerekiyor.
Bu, ahlakımızın, maneviyatımızın, yani özümüzün ne kadar büyük bir maliyetle ertelendiğinin acı bir itirafıdır.
Sonuç: Çocuklarımıza Bırakacağımız Miras
Bizler, bu sistemin adaletsizliğe göz yumduğu her an, çocuklarımıza güvensizliğin ve fırsat eşitsizliğinin hüküm sürdüğü bir düzeni miras bırakıyoruz. Onların geleceği, bizim bugün o yüksek kâr cetvelini bir kenara bırakıp uzun vadeli vicdan muhasebesini açma cesaretimize bağlıdır.
Empati çatlağını kapatmanın yolu, hırsın sınırsız olmadığı, kibarlığın ve adaletin sadece lafta kalmadığı bir ekonomik ahlakı yeniden inşa etmektir.
Not: Bu arada devlet süt üreticilerine hayvan yeminin tamamını sübvanse etse, yemi üreticiye bedava verse, süt fiyatlarının ucuzlayacağını sanmıyorum.