Tevhid sadece bir inanç değil, hayatın her alanında Allah’a tam teslimiyetin adıdır. Sa’d b. Ebî Vakkas (r.a.)’ın annesi, malı, orduları ve dünyası karşısında eğilmeyen sarsılmaz imanı, bugünün müminlerine sadakatin ne demek olduğunu yeniden hatırlatıyor.

Allah'ın yeryüzündeki ilk sadık halkası olan Sahabe nesli, sadece imanı dille ikrar edenler değil; kalplerini, amellerini ve tüm hayatlarını Tevhid’in berrak suyuyla yıkamış bahtiyar bir cemaatti.

Onlar, Kitab’ın nazil olduğu anın şahitleri, Vahyin yaşayan örnekleriydi.

Bu mübarek neslin nadide yıldızlarından biri de, Resûlullah (s.a.v.)’ın dualarına mazhar olan, cennetle müjdelenmiş Sa'd b. Ebî Vakkas (r.a.)’tır.

O, annenin şefkati, dünya ordularının gücü ve makamın cazibesi karşısında dahi eğilmeyen, sadece Allah'a (c.c.) yönelen bir kalbin sahibidir.

Sa'd (r.a.)’ın hikayesi, Tevhid’in sadece bir inanç esası değil, aynı zamanda hayata yön veren sarsılmaz bir duruş olduğunu en net şekilde gösterir.

Anneden Gelen İmtihan

İslam’a erken yaşta (o “üçüncü Müslümanım” deyişi ne büyük bir iftihardır!) girmesi, Sa'd (r.a.) için bir lütuf olduğu kadar, büyük bir imtihanın da başlangıcıydı.

Zira Mekke'de Tevhid'i ikrar etmek, kalbindeki tüm tağutları (Allah'tan başkasına ibadet edilen her şeyi) reddetmeyi gerektiriyordu.

Sa'd’ın annesi Hamne bint Süfyan, cahiliyyenin katı adetleriyle yoğrulmuş bir kadındı. Oğlunun dinini bırakması için, vücudunun feryadını dahi bir tehdit aracı kıldı; yemeği, içmeyi terk etti.

Bu, bir mümin için ne çetin bir imtihandır! Bir tarafta cennetin yolu olan Tevhid’e bağlılık, diğer yanda anne hakkı.

İşte o an, Vahiy, kalbi Tevhid’den gayrısına kaydırmak isteyen her türlü baskıya karşı sadık kulunu korumak için semadan indi.

“Eğer onlar seni, hakkında bilgin olmayan şeyi Bana ortak koşman için zorlarlarsa, onlara itaat etme. Dünya işlerinde onlara iyi davran. Bana yönelenlerin yoluna uy. Sonra dönüşünüz Banadır. Ben de size yaptıklarınızı haber vereceğim.”
(Lokman 31/15)

Bu Ayet-i Kerime, bize ibadeti sadece Allah’a has kılmayı ne kadar mutlak bir ilke olduğunu öğretir.

Allah’ın emri ve nehyi, anne-baba dahil, bütün mahlukatın taleplerinin üzerindedir.

Sa'd (r.a.), annesine iyilik etmeyi sürdürdü, lakin Rabbine itaatten asla vazgeçmedi.

Zira kul, ancak Allah'a itaat ettiği müddetçe, nefsine ve fıtratına da iyilik yapmış olur.

İlk Ok ve Tam Teslimiyet

Sa'd (r.a.), sadece inançta değil, aksiyon sahası olan cihadda da sarsılmaz bir mücahid oldu.

O, Allah yolunda ilk oku atan kahramandı.

Cihad meydanı, imanın kalpteki en şiddetli testidir. Bir okçu, okunu attığında başarıyı kolunun gücünde, nişan alma yeteneğinde ya da kılıcının keskinliğinde değil; tek başına Allah’ın kudret ve takdirinde görmelidir.

Uhud günü Resûlullah (s.a.v.)’ın ona hitabı, sadece bir iltifat değil, Sa'd’ın teslimiyetine bir şehadetti:

“At Sa’d! Anam babam sana feda olsun!”

Bu ifade, Hz. Peygamber’in bile Sa'd’ın ne kadar mutlak bir teslimiyetle atış yaptığını tasdik etmesidir.

Sa'd, zaferi Rabbinden bekleyen, sebeplere değil, Müsebbib-i Hakiki (gerçek sebebi yaratan) olan Allah’a güvenen bir mücahitti.

Duası Makbul Olan Kalp

Sa'd (r.a.)’ın dualarının kabulü, onun kalbindeki ihlasın bir nişanesiydi.

Dua, kulun acizliğini itiraf edip, tüm ihtiyaçlarını yalnız tek bir Rabbe arz etmesidir.

“Allah’ım, Sa’d dua ettiğinde duasını kabul et.”
(Tirmizî, Menâkıb, 25)

Bir adamın iftirasına karşı, Sa'd (r.a.)’ın gazabını nefsi için değil, hakkın tecellisi için duaya dönüştürmesi, ihlasın en üstün mertebesidir.

İftiracıya yaptığı beddua, nefsin intikamı değil, Tevhid’in koruyucusu olan adaletin tecellisiydi.

Nitekim büyük İslam alimlerinin dediği gibi:

“İhlasla dua edenin duası reddedilmez; çünkü ihlas, tevhidin kalbidir.”

Kalp, şirk kirinden arındığında, Allah'ın nuruyla dolar ve o kalpten çıkan söz, doğrudan Kudret Arş’ına ulaşır.

Dua, kulun imanının samimiyetinin sesli ilanıdır.

Dünyayı Kalbe Koymamak

Sa'd (r.a.), Kâdisiye’de İran ordularını dize getiren, fetihlerle yeryüzünü Tevhid’in nuruyla aydınlatan büyük bir kumandan olmasına rağmen, hayatının son demlerini zühd ve teslimiyet içinde geçirdi.

Hasan-ı Basrî’nin (r.a) dediği gibi:

“Sa’d, dünyayı eline alır, gönlüne koymazdı.”

Bu söz, Tevhid’in yaşanışını özetler.

Dünyayı kalbe koymak, kalpte Allah’a ayrılan makama başka bir şeyi ortak etmektir.

Zühd, kalbi dünya bağlarından arındırıp, onu yalnızca Allah’a bağlama ameliyesidir.

Ömrünün sonunda görme yetisini kaybetmesi, onun için başka bir imtihanıydı.

“Dua et de gözlerin açılsın” diyenlere cevabı, O'nun tam bir rıza makamına ulaştığını gösterir:

“Allah bana gözlerimi dünyada alıp, onları ahirette geri vermeyi murad etti.”

Bu, Tevhid’in zirvesidir: Başa gelen her şeyi, O’nun hikmetinin bir parçası olarak görmek ve rıza göstermek.

"Allah onlardan razı olmuştur, onlar da Allah’tan razı olmuşlardır.” (Beyyine 98/8)

Ayetinin canlı tefsiri işte budur.

Son Bir Söz

Sa'd b. Ebî Vakkas (r.a.)’ın hayatı, modern zamanların parçalanmış, nefsine ve dünyaya meyleden müminleri için bir çağrıdır.

O, Tevhid’i bir teori değil, bir yaşam tarzı olarak tatbik etti.

Büyük İslam alimlerinin dediği gibi:

“Sa’d gibi sahabiler, Allah’tan ister, Allah’a dayanır, O’ndan beklerdi. Onlar aracıya başvurmaz, vesileyi Allah’ın rızasında ararlardı. Bu, tevhidin özüdür.”

Bugün bize düşen, Sa'd’ın (r.a.) yürüdüğü bu net ve berrak Tevhid yolunu takip etmektir.

Kalbimizi, Allah’tan başkasına bel bağlamaktan temizlemek ve her hâlde O’na tam bir teslimiyetle yönelmektir.

Rabbim, bizleri de Sa'd (r.a.) gibi, duası makbul, ameli ihlaslı, kalbi Tevhid ile dolu kullarından eylesin.

Selamünaleyküm.