Bu yıldızları bu kısacık metinlere sığdırmak imkansız, ola ki sizlerin de yoluna ışık olur. Yüce yaratan hatalarımızı bağışlasın ve kendi razı olacağı imanı nasip etsin.

Mus'ab: İhtişamdan İmana, İmandan Şehadete

​I. Mekke’nin Kokusu: İhtişamın Gölgesinde Ruh Boşluğu


​Mus'ab bin Umeyr... Bu isim, Mekke’nin en zengin ve saygın ailesi olan Beni Abdüddar'ın şımarık prensiydi. O, sadece Mekke'nin en güzel kıyafetleriyle ve en kaliteli kokularıyla değil, aynı zamanda zarafeti ve gösterişli yaşam tarzıyla tanınan bir gençti. Genç Mus'ab, dünyevi zevklerin zirvesindeydi; ancak bu ihtişam, ruhundaki büyük boşluğu dolduramıyordu.

​Kalbi, yoksulların ve mazlumların sığındığı, Hz. Muhammed’in (s.a.v.) tebliğ ettiği İslam’ın fısıltısına kulak vermişti. Mus'ab, ruhunun aradığı huzurun o sade hakikatte gizli olduğunu anladı.

​II. Dârü'l-Erkâm'da Doğan İman: Kişiliğin Yeniden İnşası

​Mus'ab'ın dönüşümü, İslam'ın ilk eğitim yuvası olan Dârü'l-Erkâm'da (Erkam bin Ebi’l Erkam’ın evi) gerçekleşti. Mus'ab, ailesinden gizli gizli geldiği bu mütevazı evde, yalnızca namaz kılmakla veya Kur'an dinlemekle kalmadı; asıl büyük değişimi burada yaşadı.

​Lüks içinde büyümüş, şımartılmış kişiliği, bu yeni ortamda Hz. Peygamber’in sadeliği, ciddiyeti ve samimiyeti karşısında eridi. O, burada zorluğa, sabra ve tevazuya alıştı. Dışarıda ‘Mekke'nin gözdesi’ olan Mus'ab, Dârü'l-Erkâm'da artık ‘Rabbinin mütevazı kulu’ olmayı öğreniyordu. Kur'an ayetleri, onun ihtişamlı dünyasını yıkarak yerine imanın çelikten bir direncini inşa ediyordu.

​Ancak bu gizli bağlılık uzun sürmedi. Mus'ab, bir gün namaz kılarken yakalandı ve ailesi tarafından evlerinin bir odasına zincirlerle kapatıldı. Amaçları, onu dininden döndürmekti. Zincirlerden kaçarak Habeşistan’a hicret eden ilk kafileye katıldı. Bu hicret, onun manevi arınmasının, fani dünya ile arasına çektiği keskin çizginin en somut göstergesiydi.

​III. Medine’ye Gönderilen İlk Elçi: Vizyoner Bir Tercih

​Mus'ab, Mekke'ye döndükten sonra kaderini belirleyen o büyük talep geldi: Medine’den gelen ve İslam’ı öğrenmek isteyen kabile reisleri, Resûlullah'tan (s.a.v.) kendilerine bir muallim talep ettiler.

​Rasûlüllah'ın bu vazife için seçimi, ne yaşlı, tecrübeli bir kabile lideriydi; ne de savaş meydanlarında ün salmış bir komutan. O, davası uğruna her şeyini terk etmiş genç Mus'ab'dı. Bu seçim, Hz. Peygamber’in derin vizyonunu gösterir: Mus'ab, zarafeti, hitabet yeteneği, tevazusu ve geçmişindeki yüksek statüyü terk etme iradesi sayesinde, Medine'nin farklı sosyal sınıflarına kolayca nüfuz edebilecek yegâne isimdi. Mus'ab, böylece İslam’ın Medine’ye hicret eden ilk öğretmeni ve diplomatı oldu.

​IV. Tebliğ Ateşi: Medine'nin Kalbinde İslam'ı Yeşertmek

​Mus'ab, Medine’ye vardığında, Es'ad bin Zürâre’nin evine yerleşti. O, Medine'nin sosyal ve siyasi yapısını hızla analiz etti ve tebliğini ona göre şekillendirdi. Mus'ab'ın tebliğdeki başarısı, onun yumuşak huyluluğu, Kur'an'ı etkili okuması ve insanların kalbine dokunabilme yeteneği sayesinde oldu. O, Medinelilerin hassas dengelerine zarar vermeden, kabile reisleriyle tek tek görüştü.

​Özellikle Medine'nin önemli şahsiyetleri olan Üseyd bin Hudayr ve reis Sa’d bin Muâz'ın Müslüman olmasında Mus'ab'ın rolü kritiktir. Rivayetlere göre Mus'ab, bu liderlere Kur'an okumuş ve İslam’ın güzelliğini anlatmıştır. Onların Müslüman olması, Medine'deki İslam'ın önündeki tüm engelleri kaldırdı. Mus'ab, bir yıl gibi kısa bir sürede Medine'yi İslam'ın ışığıyla aydınlattı ve Medine’deki ilk Cuma namazına da önderlik etti. O, bir muallim olarak yalnızca ayetleri değil, İslam'ın adil ve merhametli ruhunu da öğretmişti.

​V. Uhud’da Destan: Bilinçli Bir Feda

​Mus'ab, Bedir'den sonra Uhud Savaşı’nda da Müslümanların sancaktarı görevini üstlendi. Savaşın en kritik anında, okçuların mevzilerini terk etmesiyle düşman Resûlullah’a (s.a.v.) doğru yöneldi ve ortalık karıştı. İşte Mus'ab’ın kader anı buydu.

​Mus'ab, Hz. Peygamber’e olan yoğun fiziksel benzerliğini biliyordu. Bilerek ve isteyerek, tüm dikkatleri üzerine çekmek ve Elçi’yi korumak için, düşmanın önünde sancağı dimdik tuttu. Amacı açıktı: Düşman beni O sansın, zaman kazanılsın.

​Müşriklerden İbn-i Kâmia, Mus'ab'ı hedef aldı ve onu, herkesin tanıdığı siması nedeniyle Resûlullah (s.a.v.) sandı. Önce sağ eli, sonra sol eli kesildi. Mus'ab, kolları kesik halde sancağı göğsüne bastırarak, imanın kırılmazlığını haykıran şu ayeti fısıldıyordu:

​"Muhammed, ancak bir peygamberdir. Ondan evvel de peygamberler gelip geçmiştir." (Âl-i İmrân, 3:144)


​Sonunda kalbine saplanan mızrakla şehit düştü. İbn-i Kâmia, sevinçle bağırarak "Muhammed’i öldürdüm!" diye haykırdı.

​VI. Şehadetin Yankısı ve Hakikatin Işığı

​Düşmanın ve ne yazık ki bazı Müslümanların arasında, "Rasûlüllah şehit edildi" söylentisi bir anda yayıldı. Müslümanlar arasında büyük bir şaşkınlık ve kırılma yaşandı. Ancak bu feda, asıl hedef şaşırtılmış, Resûlullah (s.a.v.) bu esnada güvenli bir noktaya çekilebilmişti.

​Çok geçmeden, Allah’ın Elçisi’nin sağ olduğu anlaşıldı. Mus'ab’ın bilinçli fedası, sadece hayatını değil, ümmetin ruhunu da kurtarmış, en zor anda bile sancağın düşmesine izin vermemişti.

​Peygamber Efendimiz (s.a.v.), onun naşının başına geldiğinde, bu büyük kahramanlığı gözyaşlarıyla onurlandırdı. O zenginlikler içinde yaşayan gençten geriye, sarılacak yeterli bir kefen dahi kalmamıştı. Başını örten bez, ayaklarını açıkta bırakıyordu. Peygamber Efendimiz (s.a.v.), başını örtmesini, ayaklarının ise otlarla kapatılmasını emretti.

​Bu durum, Mus'ab’ın dünyanın tüm ihtişamını bırakıp, ahiretin en büyük mertebesine yükseldiğinin en somut delili oldu.

​Kaynaklar:

* ​İbn İshak / İbn Hişam, es-Sîre en-Nebeviyye (Mus’ab bin Umeyr’in iman edişi, hicreti ve Uhud kıssası detayları).

* ​Buhârî, el-Câmiu’s-Sahîh (Menâkıb, Meğâzî ve Cenâiz bölümleri, özellikle kefen yetersizliği hadisesi).

* ​İbn Sa’d, et-Tabakâtü’l-Kübrâ (Mus’ab bin Umeyr maddesi, Medine’deki tebliğ ve ilk öğretmenlik vazifesi).

* ​Vâkıdî, Kitâbu’l-Meğâzî (Uhud Savaşı ve Mus'ab'ın kahramanlığı).