y iman edenler! Şahitlikten ve örnek almaktan gaflette kalmayın. Zira önünüzde, nefsini terbiye etmeyi, malını hakir görmeyi ve canını Sevgili’ye (s.a.v.) siper etmeyi öğrenmiş, cennetle müjdelenmiş öyle yıldızlar vardır ki, onların yolundan ayrılmak, hüsranın ta kendisidir.
Bugün, o mübarek halkadan bir inciyi, Talha b. Ubeydullah (r.a.)’ı anacağız. O ki, Aşere-i Mübeşşere’den, yani bizzat Rasûlullah (s.a.v.)’ın müjdesiyle ebedî kurtuluşa ermiş on bahtiyardan biridir. O, Resûlullah (s.a.v.)’ın en has dostları arasında anılan, “Talhatü’l-Hayr” (Hayır Talhası), “Talhatü’l-Fayyâz” (Cömert Talha) ve “Talhatü’l-Cûd” (Cömertlik Talhası) lakaplarıyla yâd edilen, kalbi Hakk’ın rızasına ayarlı bir mümindi.
Tam adı: Talha b. Ubeydullah b. Osman b. Amr b. Ka‘b b. Sa‘d b. Teym.
Künyesi: Ebû Muhammed.
Doğumu Mekke, Hicret’i Medine… Ancak asıl doğumu, gönlüne İslâm’ın nurunun düştüğü o ilk andır. O (r.a.), sadece cömertliğiyle değil, geniş omuzlu, heybetli duruşu ve hızlı yürüyüşüyle de dikkat çeken, vakur bir simaydı.
Ticaret yolculuğunda bir Rahip’ten işittiği son Peygamber müjdesiyle Mekke’ye döndü. Kalbi, bu hakikatin hasretiyle yanıyordu. Ardından, Sıddîk-ı Ekber Hz. Ebû Bekir (r.a.)’in irfan rehberliğiyle, henüz on altı yaşındayken, dâvete icabet etti ve îman etti. İlk Müslümanlardan, ilk işkence görenlerden oldu. İslâm yolunda çekilen her çile, onun kalbindeki tevhîd meşalesini daha da güçlendiriyordu.
Uhud’da Kanla Yazılan Ahit
Gerçek imanın tartıldığı yer, sözün tükendiği, nefeslerin daraldığı, bedenlerin siper olduğu anlardır. Uhud Gazvesi, işte bu imtihanın en şiddetlisiydi. Okçuların yerlerini terk etmesiyle Müslüman ordusu dağılmış, düşman kılıçları Rasûlullah (s.a.v.)’a yönelmişti. O kritik anda, sadece bir kaç mümin, Fahr-i Kâinat Efendimiz’in (s.a.v.) etrafında bir pervane gibi dönüyordu.
Ensar’dan o yiğit yürekler birer birer şehadet şerbetini içerken, geriye sadece Talha b. Ubeydullah (r.a.) ve Sa’d b. Ebî Vakkas (r.a.) kalmıştı.
İşte burada, Talha’nın kılıcı, sırtı ve göğsü, Nebî’ye (s.a.v.) inen her darbeyi karşılayan birer kalkana dönüştü. Müşriklerin attığı zehirli bir ok, O’nun (s.a.v.) yüzüne yöneldiğinde, Talha (r.a.), tereddüt etmeden elini uzattı ve ok, avucuna saplandı. O gün, bedeninden yetmişten fazla yara aldı. Parmakları, canı uğruna değil, Peygamber’in (s.a.v.) selameti uğruna kesildi, eli çolak kaldı.
Rasûlullah (s.a.v.), o müthiş fedakârlık karşısında, yüce bir iltifatla şöyle buyurdu:
“Yeryüzünde yürüyen bir şehit görmek isteyen, Talha b. Ubeydullah’a baksın!” (Tirmizî, Menâkıb, 26)
Hz. Ebû Bekir (r.a.) ise, bu eşsiz teslimiyeti her anışında şu sözü tekrar ederdi:
“Uhud, tamamıyla Talha’nın günü oldu.” (Buhârî, Megâzî, 19)
Gerçek sadakat, sevilen uğruna, can dâhil eldeki her şeyi feda etmektir. O (r.a.), canını dârü’l-fenâdan (geçici dünya) dârü’l-bekâya (ebedî âlem) bir köprü kılmıştı. Uhud’da kaybedilen parmaklar, cennette en büyük şeref nişanı olarak tecelli edecektir.
Gönlünde Malın Yükü Olmayan Feyyazlık
Talha (r.a.), sadece canıyla değil, malıyla da cihad edenlerdendi. O, Kureyş’in zengin ve dürüst bir tüccarıydı. Ticaretinde dürüsttü, kazancında bereket vardı. Ancak mal, onun elinde bir emanet, kalbinde ise bir yük idi.
Bir gün büyük bir servet, tam 700.000 dirhem eline geçti. O gece eşine dönerek, kalbindeki rahatsızlığı şöyle dile getirdi:
“Bu malı gece evimde tutmak beni rahatsız ediyor. Zira bir müminin yanında, Allah’ın hakkı olan malın, bir gece dahi kalması yakışmaz.” (İbn Sa‘d, et-Tabakât, 3/223)
Ve sabah olduğunda, o muazzam serveti, Medine’nin fakirlerine, yetimlerine ve muhtaçlarına dağıttı. Öyle bir infaktı ki bu, Peygamberimiz (s.a.v.) onun bu eşsiz cömertliği karşısında ona “Talhatü’l-Cûd” (Cömert Talha) lakabını verdi.
Mal, insanın dünyadaki en büyük imtihanıdır. Talha (r.a.) bize, malın sadece elden akıp gitmesi gereken, nefsin hırsını değil, gönlün feyyazlığını besleyen bir araç olduğunu gösterdi. Kalbi dünya sevgisinden arınan, fânî olanı dağıtarak bâkî olanı satın alır.
En Ağır İmtihan:
Fitnenin Gölgesinde Şehadet
Hakk’a sadakatin en zorlu imtihanı, fitne zamanlarında doğru yolu bulmaktır. Hz. Osman (r.a.)’ın hilafetinden sonra fitne rüzgârları esti ve ümmetin arasına ayrılık girdi.
Hz. Talha (r.a.), Hz. Âişe (r.a.) ve Hz. Zübeyr (r.a.) ile birlikte, öncelikli niyeti Hz. Osman (r.a.)’ın katillerini cezalandırıp, adaleti tesis etmek amacıyla Basra’ya doğru yola çıktı. Ancak ihlaslı niyet, bazen çatışmanın zorlu atmosferinde yanlış anlaşılmalara ve kaçınılmaz bir felakete yol açar.
Cemel Vakası’nda, Müslümanların birbirine kılıç çekeceği o dehşetli anlarda, Hz. Ali (r.a.) ile Hz. Talha (r.a.) bir araya gelip konuştular. Kalplerdeki uhuvvet, kılıçların sesinden daha baskındı. Talha (r.a.), bu çatışmanın hayır getirmeyeceğini idrak edip, pişmanlıkla savaş alanından çekilmeye karar verdi.
Ne var ki, kader hükmünü icra etti. Savaş meydanından uzaklaşırken, fitneye öncülük edenlerden biri (Mervân b. Hakem) tarafından atılan bir okla yaralandı. Bu yaralanma, onun için beklediği şehadete vesile oldu.
Hz. Talha (r.a.)’ın cesedi bulunduğunda, Müminlerin Emiri Hz. Ali (r.a.) onun başucuna geldi. Gözleri yaşla doluydu ve kalbindeki samimiyeti bilen bir dost olarak şöyle dua etti:
“Allah seni affetsin ey Talha! Vallahi seni, Allah ve Resûlü’nü seven bir kişi olarak biliyorum.” (İbn Hacer, el-İsâbe, 3/527)
Ve o büyük dava adamı, yeryüzünde yürüyen şehit, Hicrî 36’da, Basra’nın toprağına can verdi. O, doğru niyetiyle yola çıkmış, ancak ümmetin en büyük imtihanında şehadetle Rabbine kavuşmuştu.
Son Bir Söz
Ey nefsinin kurtuluşunu arayan! Talha (r.a.)’ın hayatı, bize sadakat, infak ve imtihanın birbiriyle iç içe olduğunu öğretir. O’nun Uhud’daki fedakârlığı, canın ancak Sevgili uğruna verildiğinde kıymet bulacağını; cömertliği ise malın, kalbi Hakk’tan alıkoyan bir perde değil, sadece bir imtihan vesilesi olduğunu gösterir.
Allah, bizleri, o kutlu sahâbenin ahlâkıyla ahlâklanıp, O’nun (r.a.) Resûlullah (s.a.v.)’a olan sadakatinden ibret alanlardan eylesin. Şehidü’l-Hayy’ın (Yaşayan Şehit) ruhu şâd, makamı âlî olsun.
Selamünaleyküm.